6. ULUSLARARASI KATILIMLI KDT VE 2. ÇOCUK VE ERGEN KDT KONGRESİ, UZMANLA BULUŞMA

KOGNİTİF VE DAVRANIŞ TERAPİLERİ DERNEĞİ                                   

6. ULUSLARARASI KATILIMLI KDT VE 2. ÇOCUK VE ERGEN KDT KONGRESİ

‘DEĞİŞEN DÜNYA BAĞLAMINDA DEĞİŞEN KDT UYGULAMALARI VE YENİ AÇILIMLAR’

18 Kasım 2022

 

UZMANLA BULUŞMA OTURUMU

Ergenlik Dönemi Sağlanan Psikoterapi Desteğinin Karakter Yapısı ve Yaşam İşlevselliğine Katkısı

 

Dr. Meral AYDIN Kongre Sunumu

 

Oturum Başkanı: Arkadaşlar vaktinizi almak istemiyorum çünkü bu oturumun konuşmacısının CV’sini anlatmak istesem yirmi dakikanızı almam gerekecek. Ama eminim hepiniz tanıyorsunuz. Meral Aydın Türkiye Masterson Enstitüsünün kurucusu ve direktörü. Çok uzun yıllardır bu alanda çalışıyor. Özellikle kişilik bozuklukları, kimlik gelişimi, karakter gelişimi ile ilişkili ve bugün de oldukça ilginç bir konuyla bizimle birlikte. Ben çok uzatmayayım bir tane de kedimiz var salonumuzda. İlk kedi terapistimizi de vereceğiz inşallah. Ben sizi Meral Hanımla baş başa bırakayım.

 

Meral AYDIN: Ergenlik dönemi özellikle vurgu yapılan ve özellikle terapiye başlanması ve terapi alınması ile ilgili çok hayati görülen bir dönemdir. Biz Psikanalitik psikoterapi ile masterson yaklaşımı çalışmaktayız.  Psikanalitik psikoterapi ile nesne ilişkileri, doğumdan hamilelikten itibaren benlik gelişimi, kişilik gelişimi, sosyal gelişimi, karakter oluşumunu; anlamaya, irdelemeye sağlıklı ve sağlıksız yönlerini ele almaya çalışmaktayız. Ergenlik dönemi karakter gelişiminin yapı taşlarının yerleştiği en önemli dönemdir.  Nörobiyolojik olarak miyelin kılıfları yirmi iki yaşına kadar sabitlenmektedir.  Psikoterapötik olarak beyindeki bağlantıların daha etkileşimsel, daha sabitlenmediği bir dönemde kişiye ulaşmakla yapabileceğimiz nörobiyolojik değişiklikle bu kılıfların tamamlandıktan sonra kişiye terapötik olarak yapabileceğimiz katkının nörobiyolojik etkisinin ve ona bireyin karakterinin oluşma sürecinin farklılaşacağını ifade etmektedir. Nörobiyolojik olarak baktığımızda etkisi bu şekildedir. Psikolojik açıdan baktığımızda ise içselleştirdiğimiz nesne yapıları, nesne temsilleri, savunmalar gerçek hayata girdiğimiz ve gerçek hayatta bu savunmaları kullanıp işlevselliğimizi onların üzerinden elde etmeye başladığımız noktada yerleşik hale gelmektedirler. Yani ergenlik sonrasında, üniversitede, iş hayatına geçtiğimizde kullanılan savunmalar artık; sorgulanan, yargılanan yapı taşları olmaktan çıkıp bizi ve hayatımızı oluşturan doğal, akışkan süreçlere dönüşmektedir.  Böylece dönüp kendi zihnimizde kendi benliğimizde neyi niye yapıyoruz, hangi sistemden dolayı yapıyoruz, bunu farklı yönlerden yapma imkânı var mı, becerisini kaybetmeye başlarız. Ayrıca nörobiyolojik olarak da kaybetmeye başlarız. Artık yapı oradan işler, oradan ele alır ve bu süreçte onları kaybetmemeye çalışırız. Bu patolojik savunmalarınız varsa ve sağlıklılarsa çok iyi anlamına gelir. Yapılar bu patolojik savunmaları çok daha sıkı tutmaya çalışmaktadırlar. Bu yüzden de  anksiyetede özellikle iş hayatına girdikten sonra yakın ilişkiler, evlilik, aşk hayatı başladıktan sonra anksiyete semptomları ve işlevsellikteki sorunlar giderek artmaya başlamaktadır. Buradaki asıl konu yerleştirilen patolojik savunmalarımızın muhafaza etmeye çalışmakla dış gerçekliğin uyuşmadığı bir zemin arasındaki zorlantıdan kaynaklanmaktadır.

 

Kişi ergenlik dönemine geldiği zaman ne olur? Bu yapılar henüz oturmadığı ve yerleşmediği için kendisine işlevsel olduğuna dair sahte bir algı henüz katılaşmamış.  Bu kişi ön ergenlikten itibaren yavaş yavaş sosyal bir varlık, sosyal kimlik, ailenin çocuğu, okulun öğrencisi olmak dışında; aynı zamanda bir kadın bir erkek olmak, cinsiyet farkındalığı bir sosyal gruba ait olmak, farklı grupların farklı tarzların olduğunu yavaş yavaş keşfetmeye başlıyor. Bu dönemi ön ergenlik dönemi olarak adlandırıyoruz. Ön ergenlik dönemi en kırılgan olduğumuz dönemdir. Eğitim Gönüllüleri vakfının üç yıldır birlikte gerçekleştirdiğimiz güzel bir çalışması var. Bu süreçleri çalıştığımız o yaş grubuna özel bir eğitim ve interaktif olarak çalıştığımız bir grup bulunmakta. Bu süreç kişilik oluşumu ve kişinin kendisini ortaya koyması açısından son derece önem taşımaktadır. Burada meydana gelecek kırılganlıklar bebeklikten gelen kırgınlıklarla örtüştüğü zaman yapıyla oldukça kalıcı hale gelmektedir. Özellikle ilişkisel alanda etki göstermektedir. Bütün hayatımız ilişkiler ve sosyal yaşam etrafında döndüğü için onarılması yıpratıcı olabilmektedir.

 

Oturum Başkanı: Dokuz-on bir mi on-on üç yaş mı?

 

Meral AYDIN: Artık bu bilgiler hep öne gelmekte ve gelişimsel psikoloji kitapları tekrardan hazırlanmakta diye düşünüyorum. Günümüzde sekiz dokuz yaşta artık başladığını söyleyebiliriz. Dokuz yaşta ergenlik ve kendi benlik ayrımını oluşturan kendisi ile ilgili planları olan yapılar oluşmaya başlamaktadır. Bu on on bir  yaşa kadar uzayabilmektedir. Kimi çocuklarda daha farklı olmakla birlikte yedide başlıyor olarak kabul edebilmekteyiz, ancak sekiz yaş itibariyle çok daha ciddiye alınması gerekmektedir. Kızların çoğu on yaşında adet olduğu için on bir yaş artık standart hale geldi. Bu yüzden kızlarda çok daha öne gelen bir yapı söz konusu olmaktadır. Bu dönemdeki kırılganlıkların, sosyal süreçlerin, işlevlerin takip edilmesi yalnızca ebeveynler tarafından değil aynı zamanda dışarıdan nötr bir gözlemci tarafından da takip edilmesi son derece önem taşımaktadır.  Bu kırılganlığın üstüne ya da burada edinilen sahte edinimlerin sahte alanlar üstüne oluşacak yapılar yavaş yavaş kişinin soyut düşünme becerisini geliştirmeye başlamaktadır. On iki yaş itibari ile yani ön ergenlik sonrasında soyut düşünme başlamaktadır. Soyut düşünce becerisi yani metakognisyon ile kendi düşüncesi üzerinden farklı bir düşünce, duygusal ve vicdani bir yapı geliştirmektedir. Psikanalizde kendi içinde farklılaşmaktadır.

 

Psikanaliz’de yalnızca Freud’un bahsettiği süperego temsilleri dışarıdan oluşan bir baba imgesinden oluşmaz aynı zamanda bebeklikten itibaren içimize yerleşmiş olan toplum, din, kültür içinde olduğumuz bütün yaşamın beklentilerini kurallarını kapsayan bir süperego temsilinden oluşmaktadır. Dolayısıyla psikanaliz dışarıdan gelmez. Süperego temsili içimizden geldiği için içimizde her şey kendi bakış açımızdan yorumlanarak yerleşmektedir. Ne kadar çok birey varsa o kadar da farklı süperego temsili ve beklentisi oluşmaktadır. Bu kişinin kendisine göre oluşmaktadır. Aynı aileden iki kardeşi alıp paralel terapi yaptığımızda iki kardeş  bambaşka aileler anlatacaktır.  Çünkü her bireyin iç dünyası ile gerçekliği algılama ve yorumlama yapısı farklılık göstermektedir. Ön ergenlik sonrasında asıl ergenlikte nörobiyolojik olarak çok hızlı bir değişim olmakla birlikte beyin fonksiyonlarının hızla geliştiği ve yaşamdaki gerçek yaşama girme süreçlerinin hızlı gerçekleştiği bir dönemdir. On bir on iki yaş itibarı ile artık tek başına çıkmaya, müstakil hareket etmeye, kendi gruplarını oluşturmaya başladıkları bir dönem ve yavaş yavaş üniversite ile hayat planları ile birlikte beklentileri oluşmaya başladığı için zor bir hale gelmektedir.

 

Ergenin buradaki görevi kendi kendilik yapısı oluşmuş olan dışarıdan gelen süperego beklentilerini anlamak sağlıklı araştırmak ve kendi içinde ayrı bireysel kendine münhasır, vicdani, ahlaki ve birey olarak kendini yapılandırmak ile ilgili ortak operasyon bulmaktır.  Bu dönemde bireyin alacağı psikoterapi hayati bir önem taşımaktadır. Ergenlik zamanında alınan psikoterapi bireye karakter gelişimi bakımından son derece olumlu bir ilerleme kaydettiriyor. Yeni nesil kendini daha iyi ifade edebiliyor çünkü çok konuştuğumuz için duyguları söze dökebilme alanımız genişliyor. Ayrıca psikoterapi ergeni hızlı savunmalara ulaşıp, anlamlandırıp, farklılaştıracağı bir zemin oluşturmaktadır. Terapinin en önemli katkısı sadece çocukları işlevsel kılmak, akademik olarak başarılı olmalarını sağlamak ve güzel bir iş hayatı sağlamak değildir. Asıl önemi birey olarak kendi yapıtaşlarının sağlıklı bir şekilde oluşması, yerleşmesi ve kendilerini  var ettikleri bir sistemi oluşturdukları ve kendilerinin de  aktif olarak içinde oldukları bir alan yaratılabilmesidir. Bir gence verilebilecek en güzel hediyelerden biri kendisine psikoterapi fırsatının sağlanmasıdır. Çünkü genç bu sayede karakter çalışabilmektedir. Psikoterapi için en uygun zaman lise son, orta son itibari ile olabilmektedir ama mutlaka üniversiteye başlamadan önceki dönemde gerçekleşmesi çok daha etkili olmaktadır. Çünkü bu yaşlarda ergende var olan savunmaları hızlıca çalışabilme ve patolojik olabilecek bir şeyi sağlıklı bir yapıya dönüştürme fırsatımız olmaktadır. Bu yüzden ergenler hangi durum için temas ederlerse etsin yardımcı olmaya çalışmak son derece önemlidir. Yapılan terapilerde karakter patolojileri kendiliği kişinin bireysel duygulanım süreçlerindeki kırılmalar, beklentiler, çarpıtmalar, idealizasyonlar, yanlış yorumlamalar, bazen de kendine göre yargılamalar ve duygusal olarak bulunduğu yerdeki ihmaller istismarlardan dolayı hem biyolojik hem de psikolojik olarak etkilendiklerinden dolayı sağlıklı bir yapıya dönüştüremeyişleri detaylı olarak çalışılmalıdır. Çünkü her şey sadece psikolojiden kaynaklanmaz aynı zamanda psikolojik yaşantılarımız nörobiyolojimizi etkilemektedir. Bunlar beyin fonksiyonlarımızı kesinlikle farklı ve olması gerekenin dışında işlemlemeye sevk etmektedirler. Travmatik yaşantılarımız özellikle hafıza sistemlerimizde zarara yol açmaktadırlar.

 

Bu durum bütünlüklü bir kişi olmamıza engeller oluşturmaktadır. Ergenlikte bu yapılara ulaşmak çok daha pratiktir ama daha çok çalışmak için alan yaratmak gerekmektedir. Bunu açabildiğimiz durumda kişinin kendisine bakma, kendisini değerlendirme, dünyayı değerlendirme ve onun üzerinden sağlıklı bir yapı oluşturma imkânı artmaktadır. Bu yüzden mümkün olduğunca bu yapıyı oluşturabilmek oldukça önemlidir.  Sizler ne düşünüyorsunuz bilmiyorum.

 

Katılımcı: Ben de size fazlasıyla katılıyorum. Özellikle bu süreçte baktığımızda iki tane de önemli sınav var. Türkiye şartları içerisinde bir tanesi lise diğeri üniversiteye giriş sınavı. Öyle bir gücüm olsa bu sınavları kaldırırım. Ha yerine ne koyarım yanıtını bilmiyorum. Ben asıl şeyi sormak istiyorum: Ergenlik yaşının bu haz odaklı sürece bağlanmasından dolayı uzaması konusundaki düşünceniz nedir? Haz odaklı bir toplum haz odaklı bir gençlik ve ergenlik sürecinin otuzlara kadar uzadığını okuyoruz, gözlemliyoruz bu konudaki düşünceleriniz nedir?

 

Meral AYDIN: Çok hızlı gelişen bir dünyada yaşamaktayız. Bu hızlı gelişen dünya insanları  tüketime yönlendiren ve kalıcı hafızanın, kalıcı değerlerin oluşmasında engel oluşturan bir yapı meydana getirmektedir. Bu sebeple bu zamanın ergenleri bir şeylere çok hızlıca ulaşıp, hızlıca öğrenip, yeni bir şeye geçmek durumunda kalmaktadırlar. Medyanın görsel uyaranlar üzerindeki etkisi çok büyük ve bu etkinin fark edilmesiyle beraber çocuklara yönelik sekiz saniyelik görsel döngüler oluşturulmakta. Çocuklarda sekiz saniyelik bir dikkat mevcut olduğu için medya çocuklara yönelik oluşturduğu görselleri sekiz saniye sonra yeni bir şey yeni bir uyaran yeni bir repliğe geçilecek şekilde dizayn etmektedir. Burada çocuklara sunulan çizgi filmler ile çocuk çok fazla görsel uyaranla büyüdüğü için  bu çocuklar ve o alanları müthiş bir şekilde gelişim göstermektedir.

 

Beyin bir veri toplama makinası, veri toplama aleti ve veri toplayabildiği kadar canlı ve var hisseden bir yapıdır ve beynin temel görevi işlevsel ve hayatta olmaktır. Bu sıra şu şekildedir önce hayatta olmak sonra işlevsel olmak.  Beyin hayatta oluşunu data alıyorsa canlı olduğunu hisseden bir organ olmasına bağladığı için beynimiz sürekli aktif olarak çalışmaktadır.  Beynin topladığı bu verileri çoğaltıp hızlı bir şekilde işlemleyip anlamlandırdığında onun bildiği şey tekrardan yorumlanamamaktadır. Beyin bizim kaosa, çatışmaya düşmeden hızlı bir şekilde ilerleyebilmemiz için verileri daha hızlı ve aktif bir şekilde işlemektedir. Beyin bilgileri arşivledikten sonra bunun üstüne ne yorumluyorum diye buradan bilgilere bakmaktadır. Bu uyaranlar sürekli geldiğinde haz ortaya çıkmamaktadır. Günümüzde haz almayı ve hazzı deneyimleyememekteyiz. Aynı zamanda haz peşinde koşan ama hazza ulaşamayan bir toplum yetiştirmekteyiz. Bu hazzın yoksunluğunu da her geçen gün yaşamaktayız. Bizdeki bu haz eksikliği bizleri yeni bir şeyler aramaya itiyor ve ilişkilerimize duygularımıza kişisel yakın temaslarımıza kadar yansımaktadır. Sadece gençler bu şekilde değil bizlerde böyleyiz. Çünkü sistem böyle işlediği için hepimizi içine alıyor. Dinlediğim danışanlarımdan bir kahve içerken bile keyif almadığını duyuyorum. Bunun sebebi o sırada aklımızın başka şeylerle meşgul olması. Aklımızda bir şeyler olabilir, başka bir yere yetişmeye çalışıyor olabiliriz ya da geçmişle boğuşuyor olabiliriz ve bu şekilde zamanı kaçırıyoruz. Bütün bunlarla mücadele etmek haz almamızı engelliyor.

 

Katılımcı: Dopamin alanının bozulması ile bağlantılı olarak tabi ki.

 

Meral AYDIN: Dopamin ödül sistemimizdir ve ödüller üzerinden ölçülmektedir. Bu yüzden kumar bağımlılığı gibi bağımlılıklarda ödül almaya alıştığımız için hep daha fazlasını istememize neden olurlar. Bizde meydana gelen bu hep daha fazlasına ulaşma isteği bizdeki tatminsizlikle ilişkilidir. Bu durumda kişi artık tatmin olmamaya ve haz almamaya başlar çünkü bunu ödül gibi görmemektedir. Bu yüzdende yeni şeyler arayışına girmektedir. Hızlı tüketim dediğimiz şeydeki sıkıntıda bundan kaynaklanmakta ve gençler de bu durumun bir parçası haline gelmiştir. İçerisinde bulunduğumuz zaman hızlı akıyor ve teknoloji gibi her şey hızla ilerlemekte bizde bu dünyaya adapte olmak durumundayız. En çok önemsenilen konulardan biri yakın ailevi ilişkiler kurmaktır. Ama maalesef ki günümüz dünyasında çocuklarımızla oturup ilişkisel sadece bize ait zamanlar oluşturacak yeterli alanımız bulunmamaktadır. Bu ilişkisel alanların durduğumuz yerlerin yaratılabilmesi ve tesis edilebilmesi oldukça önem taşımaktadır. En önemli şeylerden biri kişilere sosyal ilişki, ikili ilişkiden haz alabilme becerisi verilebilme becerisidir. Bu sağlandığında duygusal dopamin desteği diğer ödül desteklerine yönelik çok sağlam duran bir yapı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun nedeni kendi içerisinde kalıcı yapılar oluşturarak içsel nesne temsillerinizin bir parçası haline dönüşmesidir. Duygusal aşamalar limbik sistemde kaydedilerek sürekli bizimle ve refleksif olarak bizim varlığımıza katılan yapılar oluşturmakta ve doğal haz kaynağımız haline gelmektedir. Bizim ihtiyacımız olan şey bunu oluşturacak yapılara sahip olmaktır. Ama bizler genellikle bunu oluşturamıyoruz ve limbik sistem bizlerde refleksif olarak anksiyeteye sebep oluyor ve bizleri kaygıya sebep olacak deneyimlerle karşılaştırıyor. Bir çoğumuz yalnızlığımızdan kaynaklı olarak da bunu işlemleyememekteyiz. Paylaşamadığımız için ergenlikte terapinin önemi bu noktada devreye girmektedir. Terapide bu yapıların paylaşılıp, konuşulup, yeniden anlamlandırılıp dönüştürülmesi çok önemlidir. Negatif pompalayıcılar olması sıkıntı oluşturabilir. Çünkü burada mevcut hazza karşı tehdit bulunmaktadır. Buradaki algıladığımız güvende değilsin, her şey yolunda değil mesajları ile durum yorucu hale gelebiliyor. Umuyorum hazzı yakalayacak şeyler yaparız.

 

Katılımcı: Benim ilgi alanım Geropsikiyatri yaşlılarla çokça fazlaca çalışıyorum. Klinik pratiğimin çoğu onlarla. Çok yaşlı hasta görüyorum. Çok terapiye aldığım yaşlı hastalar da oldu. Aslında bu söylediğinizi hayatın diğer ucuna doğru da kaydırmak mümkün. Çünkü ergenlik döneminde yapılan her şeyin yaşam içerisindeki her evrede mutlaka bir yansıması oluyor. Tabi bizim ülkemiz için çok küçük bir kısım ama ergenliğinde gençliğinde belli bir terapi sistemine girmiş hastalarda yaşlılık döneminde ortaya çıkan problemlerin daha kolay ele alınabildiği, daha rahat yoğrulabildiğini görmek mümkün. Belki daha da önemlisi muhtemelen bir grup bu yoldan geçen hastaların da zarar vermiş ciddi bir psikopatolojisi olduğu ortaya çıkıyor ve onlar bize hiç gelmiyorlar. Çünkü bu gerçekten bir repertuvar oluşturma meselesi. Bu insanların her yerde kullanabilecekleri psikolojik sorun çözme becerisini verdiğiniz zaman bunun hayatın her evresinde yaşlılık dönemine de çok fazla etkisi oluyor. Yaşlılık döneminde yapılan terapilerin de benzer bir şekilde ergenlikte olduğu gibi çok belirgin beyin değişiklerine yol açtığını biliyoruz çok basit örneği Covid’de uyaran deprevasyonu nedeniyle pek çok yaşlı hastamda herkese demansiyel düzeyde unutkanlığa sahipken biraz ortalık açılıp sosyal enteraksiyon başladığında bunların hepsinin normal düzeye döndüğünü görüyoruz. Bu o kadar temel bir şey ki hayatın tam gelişim aşamasında bunun verilebilmesi gerçekten çok faydalı ama bilmiyorum bunun adına terapi mi demek lazım başka bir şey mi demek lazım ama şu çok net psikolojik düşünce biçimini geliştirmek. Adını ne koyarsanız koyun çünkü o esneklik yaşam boyu devam ediyor. O yüzden çok önemli.

 

Meral AYDIN: Çok önemli katkınız oldu teşekkür ediyorum. Yaşlılığı halk sağlığı tanımlaması açısından tanımlandığımızda kişinin yaşantıya değişikliği, uyumu, aktifliği yaşlı sayılıp sayılmamasında çok önemli bir kriter olarak karşımıza çıkmaktadır. Kişide eğer kendi ile konuşma, kendini gözlemleme ve kendini yeniden yapılandırma becerisi varsa bu kişi yaşlandığında sızlanmıyor. Yaşlandıkça bir süre sonra sabahları bile zor uyanılıyor artık. Yaşlı danışanlarda terapiye oldukça yatkın ve başarılı bir şekilde çalışmaktalar. Terapi sonrasında hayatlarında güzel değişiklikler uygulayabiliyorlar. Ama çoğu yaşlı duygularını ifade ederken dil alanı oluşturulmadığı için zorlanmaktadırlar. Aslında burada en önemli konu dil becerisini geliştirmektir. Çünkü bizler dil kullanarak var olmaktayız ve iletişerek hem duygumuzu, hem bilgimizi hem de varlığımızı karşımızdakine aktarabilmekteyiz. Danışanlara kendi dillerini anlamaları, içlerinde hangi dilin ne konuştuğunu bilmelerini fark ettirmek oldukça önem taşımaktadır. Yani ilk önce danışanın kendisini anlaması, tanımlaması ve ifade etmesi, dünyayı nasıl anladığı, yorumladığı ve cevap verdiği bu noktada önemlidir. Psikoterapi olarak tanımladığımız şey dışardaki kişilerle iletişebileceğimiz ortak bir dil meydana getirmektir.

 

Birey kişisel ilişkilerinde, sosyal destek, arkadaş desteği aldığı zaman  sağlık açısından bütünlüklü bir hale gelmektedir. Çünkü destek ile birlikte dil yapı taşlarının kaynakları çok daha erkenden sağlanmış olduğu için bunu oluşturmak son derece önem taşımaktadır.

 

Katılımcı: Çok teşekkür ederiz. Pınar ben. Ergenlik döneminde evet psikoloji destek alma parantezi çok önemli ama şöyle de bir gerçek var toplumun büyük bir kesiminin çocuğunu terapiye gönderme imkânı olmuyor. Gerek maddi gerek ebeveynlerden biri ya da ikisi terapiyi çok saçma bulabiliyor. Çocukların çoğu bu hiçbir zaman belki destek alacak fırsatı yakalayamayacak. Yetişkinlikte de o tarz yetiştirildiği için onlar da belki devamında gitmeyecekler özellikle erkek gibi genel konuşmak istemiyorum ama genellikle erkeklerin terapiye olumsuz baktıklarını görüyorum. Ama şöyle bir şey var okul denen bir gerçek var ve okullarda çok küçük yaşlarda psikolojik danışmanların destek olma imkânı var bu yüzden işte psikolojik danışmanlık ve rehberlik bölümüne ben de ders veriyorum ve çok iyi bir eğitim almaları gerektiğini düşünüyorum. Ve siz benden daha iyi bilirsiniz ABD’de mesela okul psikoloğu diye bir kavram var ve terapi yapabildiklerini de biliyorum. Burada psikoloji ve PDR’ciler arasındaki bu anlaşmazlığı siz de biliyorsunuzdur. Aslında bunları bir tarafa bırakıp. Belki de bu çocuklar hayatları boyunca sadece PDR’cilerle karşılaşacak ömrü boyunca şey gibi dinle ilgilenen ilahiyatçılar bu konuları konuşurlar çocuğun karşılaşacağı tek hoca din hocası olacak mesela diye konuşurlar onun gibi de psikolojik destek olarak da çocuğun karşılaşacağı tek kişi okul PDR’cisi ve ne kadar donanımlılar veya kaç çocuğa bir tane psikolojik danışmana kaç çocuk düşüyor? Hepsine ulaşabiliyorlar mı fark edebiliyorlar mı?

 

Meral AYDIN: Çok önemli bir alanı yine ifade ediyorsunuz. Türkiye’deki PDR’ciler oldukça özverili, kendilerini geliştirerek çalışmaktalar ve en iyi şekilde görevlerini yapmaya çalışmaktadırlar. Bana göre okullarda çalışan her psikoloğun en az bir psikoterapi ekolunu öğrenmiş olarak çalışması gerekmektedir. Ergenlikteki intihar riskine karşı ilk acil desteği sağlamak ve gerektiğinde yönlendirmeleri yapabilmesi oldukça önem taşımaktadır. İntihar ergenlikte çok kritik bir nokta olduğu için bu konuda çok dikkatli olmak gerekmektedir. Çünkü intihar riski olmayan ergenler de intihar girişiminde bulunabilmektedir. İnsan hayatı bu noktada oldukça önemlidir. PDR mezunları psikoterapi yapmadan önce özellikle bu konularda eğitim almalılar ve donanımlı olmalıdırlar. Bu açıdan okul psikologlarının ilk destekleri yapmaları oldukça önem taşımaktadır. Okul psikoloğunun bunu nasıl uygulayacağı bütçe ve yatırım konusu olmaktadır çünkü sistem yavaş yavaş gelişmektedir. Eğitimime gelen PDR’ci arkadaşlardan gözlemlediğim kadarıyla psikoterapi eğitimi almaları kendi gelişimleri açısından oldukça önemli.

 

Toplumdaki değişim bireylerin gelişmesi ve katkı sağlaması ile birbirimize alan açtıkça gerçekleşmektedir.  Hayatta her şey üzerine eklenerek gider. Aralarda zararlar meydana gelebilir fakat bu zararlara müdahale edebilmekteyiz. Şu an içerisinde bulunduğum çalışmada bir ilaç firmasının sponsorluğunda beş yıl boyunca üzerine bir şeyler katarak ilerlemekteyiz. Eğitim ve diğer konularda destek alınması ve destek vermek oldukça önemli. Okul psikoloğunun ergenler ile yaptığı en küçük bir konuşma bile onların hayatında önemli bir yere sahip. İnsan olarak hepimizin ihtiyacı olan en temel şey bize buradayım yaparsın diyen birine ihtiyaç duymamızdır. Bunun da bizim yaşamımız boyunca psikolojik sağlamlığımız üzerinde oldukça büyük bir etkisi bulunmaktadır. Dolayısıyla ergenlerle kurduğumuz temas onlar üzerinde önemli bir yer kaplamaktadır. Ergenlerle iletişimimizde olabildiğince temas kullanarak barındırdıkları  olumsuzluklardan ziyade olumluya odaklanıp onları iyiye nasıl yönlendirebileceğimize odaklanmalıyız. Bunu konuşmak oldukça önem taşıyor. Masterson yaklaşımıyla kişilik bozukluğu çalışılmakta fakat ergenler ile terapi de böyle bir tanı koymamaktayız. Masterson da tanı kriterleri DSM’e göre farklılıklar gösteriyor. Masterson yaklaşımında daha çok kendilik bozukluğu, kendilik yapısı, ego işlevlerine yönelik bir tanımlama yapılmakta ve bu kişilik yapılarında biri altında kategorize ederek tedavisi uygulanmaktadır. Çünkü Masterson Yaklaşımında kişinin karakter yapısı çok önemli olduğu için her bireye ayrı bir terapi yöntemi uygulanmaktadır yani herkese aynı yöntemi uygulamak söz konusu olmamaktadır. Borderline kişilik bozukluğuna, narsistik yapıya ve şizoid yapıya göre hepsi için farklı yöntemler bulunmaktadır. Bu yapıların içerdiği farklı alt boyutlara müdahale biçimimizde de farklı alt gruplar mevcut bu yüzden hepsinin müdahalesi farklılık göstermektedir. Kişilik yapılarını kendi dillerinden konuşarak patoloji olarak tanımlamaksızın dönüştürebiliriz. Özellikle ergen bireyler için çoğunlukla okul başarısı, işlevsellik ve kendine zarar vermeme odaklı psikoterapi modelleri mevcuttur.  Ancak ergenler için bunlar ikincil problemlerdir. Özellikle şizoid yapılarda ve bazen borderline yapılarda da çoğunlukla dikkat eksikliği görülmektedir. Öğrenme güçlüğü okul hayatında da sorunlara yol açabilmektedir. Halbuki o kadar disosiyatif ve travmatik bir hafıza sistemleri var ki, kişi olduğu yeri algılayamaz, benlik ve ruhsal bütünlüğü kaygıdan dolayı iç içe geçemez. Kişi kendini saklamaya, iç sistemine düşmeye ve kendi kafasındaki fantezi sistemine kaçmaya o kadar hazırdır ki o bilgiyi alıp bulunduğu ortamdan kopar. Bu yapılar anlaşılmadığı sürece diğer terapiler yalnızca semptomatik, yapıyı değiştirip dönüştürmeden işlevselliğini arttıracak bir katkı sağlamaktadır. Daha çocuk kendi sosyal varlık oluşumunun farkında olmadığı bir dönemde sınavlarla ilgilenmek durumundadır. Bu sınavlar sosyal hayatı sekteye uğratarak kendilerine yatırım yapabilecek, duygusal ilişkiler kurabilecek diğer bütün sistemlerini devre dışı bırakmaktadır. Ergenlerin aldıkları verileri işlemleyeceği dönemde olmaları gerekirken sınav döneminden sonra geliştirdikleri yapı onları strese sokmaktadır. Çünkü bulundukları dönem sınavla karşılaşmamaları gereken baltalayıcı, zarar verici ve örseleyici bir dönemdir aynı zamanda önlem alınmasını gerektirmektedir. Bu noktada kişinin karakterini anlayıp anlamlandırmamız oldukça önem taşımaktadır. Odaklanacağımız noktalardan en önemli ve kritik olanı ergenin derdinin ne olduğu sorusudur. Bunu anlamak ve anlamlandırmak diğer bir yandan da ergenin kendisine kendi varlığının temel değerler olduğunun öğretilmesi ve   gösterilmesi gerekmektedir. Psikoterapide ergenlere kendi varlığının temel değer olduğu, kendisine sahip çıkıp kendisini ortaya koymakla ilgili en büyük gücün orada olduğuna dair bir mesaj vermemiz gerekir. Çoğunlukla sağlıklı ebeveynlerle büyümeyen çocuklarda bir varlık olarak kendini inşa etmekle ilgili alanın tanınması zorlaşmaktadır. Yardımcı olma, bakım verme üzerinden şekil verme, kendilik gelişimini baltalayan bir süreçtir.

 

Katılımcı: Kendilik gelişimi ile ilgili problemler galiba en fazla ben çocuk ergen psikiyatristiyim dokuzuncu sınıfta oluyor. Tam bu LGS sınavını atlatmış, sosyal becerisi düşük ya da gerçekten okulumda birkaç tane arkadaşım vardı ama bir şekilde devam ediyordu. Şimdi liseye geldi istediği bir okulda da değil dokuzuncu sınıfın ikinci dönemine kadar sabrediyorlar artık ikinci dönemde okula gitmek istememe bir de pandemi dönemi de bunu tetikledi. Çünkü online derste yapabildiklerini görüyorlar. Bunlar zekâları normal aile destekleri gayet iyi ben açıktan okumak istiyorum diyor. Yani o bir buçuk iki yıllık dönemde kendilik değeri ile ilgili o kadar az sosyal destek kendinin ne olduğu neyi yapabileceği ile ilgili sosyal beceri ile ilgili bilgileri toplayamamış kişilerdeki o çaresizlik o kadar fazla oluyor ki. Genellikle ben bu duruma dokuzuncu sınıf sendromu diye bir tanı koydum içimden. Ergenler bu durumla çok fazla karşı karşıya bize gelenlere biz tekrar sosyal beceri edinme gibi çok basit şeyleri önermeye çalışıyoruz. Sporla bir ilgi alanı olsun, sosyalliği olabilecek bir alanda kalabilsin. Haftalık görüşme ya da psikoterapötik olarak hemen aile ile görüşüyoruz, çocukla görüşmeye çalışıyoruz ama gerçekten o durumların sıkıntısını en fazla o yaşlarda. Hani on dört on beş yaşlarda hissediyoruz galiba.

 

Meral AYDIN: Çok önemli bir yere vurgu yaptınız Selcan Hanım. Lise ergenler için hayati bir kırılganlık dönemidir. Bu kendilik yapıları ve kendilik imgelerinin desteklenmemesinden kaynaklanmaktadır. Çocuklara yüklediğimiz bazı kalıplar mevcuttur. Eğitim sisteminde meydana gelen farklılaşma ergenin kendi kişisel becerilerini kendi eğitsel farklılıklarını ortaya koymak adına soyut düşünce ile ilgili de sistemlere alanlara girmeye çalışmaktadır. Bu farklılaşma ergenlerde başarısızlık duygusu oluşturabilmektedir. Belli bir dönemden sonra insanın kendisine başka şeyler katması gerekiyor ve yaşadığı başarısızlık özgüvenini aynı zamanda kendilikle ilgili algısında da değişime sebep oluyor. Sosyal olarak ön ergenlik döneminde oluşturulmuş olan ön gruplar kemikleşmektedir. İlişkiler kalabalık gruplardan daha yakın birebir ilişkilere derinleşmektedir. İlişkilerdeki bu yakınlaşmada kişiler kendisi ile tereddütü olan ve ailesi ile sorunu olan bir yapıya sahip olduğunda yakın ilişkilere yönelemez hale gelir. Bu nokta da kişi başarısızlık yaşamaya başlar. Ön ergenlikle birlikte cinselliğin ortaya çıkmasıyla beraber burada yaşanan birtakım sorunlar, kaygılar, sosyal becerilerle ilgili meseleler sonra oluşturulacak sağlıklı cinsel etkileşim, flörtler, cinsel yaşantının deneyimlenmesi ve başlaması ile ilgili çok farklı travmatik deneyimlere yol açmaktadır. Burada deneyim önemli bir yere sahiptir ve aynı zamanda bir sorunda teşkil edebilir. Lise biri ergenlik çalkantısının göbeği olarak adlandırabiliriz. Dolayısıyla lise bir de alınan psikolojik destek kişinin kendisine alan açması açısından önem taşımaktadır. Cinselliğe yönelik ebeveyn ve toplum tutumları sosyal yaşantı ve sosyal bireydeki duruşumuzla ilgili ve dünyayı algılama becerimizle ilgili sistemi bütünüyle etkilemektedir. Kadın ve erkeklere yönelik var olan toplumsal baskılar kendilik yapımızda kusurlu ve hatalı yapılar oluşturur ve hayatımızın her yerinde bizi etkilemektedir. Cinsellik, infantil  içselleştirilen cinsellikle birlikte var olan aktif cinselliğimiz de her ilişkide her zaman var olmaktadır. Bu noktada sağlıklı bir cinsel eğitim, beceri ve yaklaşım edinmemiz sosyal ilişkilerimizde ayağımızın yere sağlam basan bireyler olmamıza izin verir.  Bütün duygular temelde cinsel arzularla karıştırılarak işlemlendiği için patolojide de, kişilik bozukluklarında da en büyük savunmalar cinsel eyleme vurmalar üzerinden gözlemlenmektedir. Bunun sebebi aktif olarak refleksif oluşan bir yapıya sahip olmamızdır. Bu noktada psikiyatrik destek intihar riskinin oluşmaması ve ilgili sağlıklı desteğin verilmesi gerekiyorsa psikoterapiye yönlendirilmesi açısından önem taşımaktadır. Ayrıca bu dönemde ilaç kullanımı da gerekebildiği için psikologların da belli oranda psikopatoloji bilmeleri, ilaç bilgilerinin olması ve bir psikiyatristle ortak çalışmayı geliştirmek oldukça önem taşımaktadır.

 

Yaşam boyunca içselleştirdiğimiz kültürün kendiliğimiz üzerinden baskılanması ve yönlendirilmesi dünyayı gerçek olarak algılamamamıza neden olmaktadır. Beyin biyolojik sistemi bildiği bilgi üzerinden referans alarak gittiği için sabitler üzerinden aktif hareket ederek ilgili yönelimi kültür tarafından etkilenmektedir. Bu yüzden kültürel olarak edindiğimiz yapı taşları hayatımızın her noktasında bizi etkilemektedirler. Hayat boyu insanların bitmeyecek sorumluluklarından birsi bizde olan ama bize ait olmayan o yapıları bulmaya ve anlamaya çalışmaktır. Ergenlerin kültürle ilgili en büyük çatışması onlara verilen kültürlerin onlara uymadığı noktada başka yapacak şeyler bulamama, yerine bir şey koyamama, koymakla ilgili haklarının olmaması ve o alanın tanınmaması ile ilgili sıkışma yaşamaktadırlar. Bunu ergenlik döneminde terapiye gelenlerin çoğunda görebilmekteyiz. Ergenler ile çalışırken kendiliklerinde içselleştirdikleri kültürel yapının oluşturduğu baskı ve savunmayı önce kendileri üzerinden kendilerinde ne olduğu, neyi nasıl gördükleri, kendileri ile ne konuştukları, dünyayı kendileri üzerinden nasıl gördükleri ya da kendilerini dünyada nasıl görmek zorunda hissettikleriyle ilgili çalışmak oldukça önemlidir. Kültür dediğimizde bu yaşadı sana geçti olarak düşünmekten ziyade kültürel olarak birbirimize karşı aktarımda olduğumuzu bilmek önemlidir. Bebekliğin erken dönemlerinde sağ beyin çok aktif ve işlevsel olduğu için bu dönemde kalıcı kayıtlar oluşturmaktayız. Beyindeki süreçlerden dolayı ilk mühürlenmeler buradan ateşlenmektedir. Mühürlenme hangi yerden meydana geldiyse bütün ateşlenmelerde hangi duygu, hangi yaşantı, hangi eylem sonrasında aynı yerden kaynaklanmaktadır.  Bunlar ile çalışabilmek oldukça zor çünkü burada en büyük çeldirici kendimiz olmaktayız. Çünkü onun dışında ve içeriden ayrıştırarak bakmaya çalıştığımızda yine dışarıdaki ile şekillenmiş olan bir yapıyla karşılaşmaktayız ve çoğunlukla burada sıkışıp kalıyoruz. Bu noktada hepimiz zorlanmaktayız ama özellikle ergenler bu zorlantıyı çok aktif bir şekilde hissetmektedirler. Ergenler doğru olan kendi doğrularını arama becerilerinin yanlış yorumlandığı bir dönemeçten geçmektedirler. Ergenlikte bunlarla çok yoğun ve hızlı bir şekilde baş edebilmek çok zor ve aynı zamanda yıpratıcı bir süreçtir.  Ergenlerin en büyük sorunu o güne kadar bir şey olmakla ilgili tanımlanıp tanımlanmamaları ile ilgili kendilerinin bir şey olmakla ilgili bir talep edip talep edememeleri buna sahip çıkıp sahip çıkamamaları ile ilişkili olmaktadır. Ebeveynlerin kendi kişilikleri o kadar eksik onarılmamış ve tamamlanmamış ki kendilerini onarmaya ve tamamlamaya çalışırken eksikliklerini çocuklarından almaya çalışmaktadırlar. Kişiliğimizdeki bu eksikliklerin tamamen düzelmeyeceğine ama bunu kabullenmeye yönelik ebeveynler ile çalışmalar yapabilmek oldukça önemlidir.

 

Katılımcı: Şey aklıma geldi. Bize o zaman neden psikoloji seçtiniz diye sorduklarında düşünmüştüm uzun süre ve kendimi tanımak için demiştim. En ağır tarafı zamana da baktığım zaman da iyi bir terapist olabilmek için en büyük hazırlığımın bu olduğunu düşünüyorum. Kendimi tanımak, kendimle alakalı yaşantım ve sonrasında ben karşı tarafa ne verebiliyorum. Çok ilginçtir tabi ben orada farklı hissetmiştim bunu bana sorduklarında ben bu yolu bu yüzden seçmiştim psikoloji okumayı öyle istemiştim yani belki olamayacaktım çok iyi bir psikolog olamayacaktım ama bunu bilmek çok büyük bir kazanç olacaktı. Mezun olduğunuzda son sene artık çok zor mezun oluyorsunuz sanki hiçbir şey bilmiyormuş gibi mezun oluyorsunuz. Böyle bunu söylemek istedim.

 

Meral AYDIN: Bizler sadece kendimizi anlayıp kendimizi dönüştürmekle ilgili birtakım becerileri sağlama alabilmekteyiz. Bu nokta da teorik ve sistem önemli fakat kendimize geçmeyen her konuda eksik kalabilmekteyiz. O kültürün ve kendi bildiklerimizin gösterdiği yer kadar hareket edebiliriz. Gerçeklik kişinin duyabildiği ve fark edebildiği kadardır. Hiçbirimiz gerçekliği tam olarak görememekteyiz. Herkesin duyumsadığı farklılık gösterebilmektedir. Ancak bana ne oluyor, yanımdakine ne oluyor dünyadakine ne oluyor bunu ayrıştırmaya çalışmak ve bunu kendimiz dışında görebilmeyi çalışmak en büyük becerimizdir. Yani aslında kendi patolojilerimizle çalışmaktayız. Bizler kurgusal bir yapıyı temsil ettiğimiz için tam olarak sağlıklı bir insan olmak mümkün değil çünkü insan olmanın doğası eksik olmak ve onun ayrışımı üzerinde olmak üzerine kurulmuştur. Biz var olan sağlıklı bir yapıyı ifade etmemekteyiz çünkü kurgulandığımız şey nötr değil bu kültüre bu dine göre kurgulanmaktayız. Psikoterapinin de belirttiği dışarıdan başka destekler de olmalıdır. Bu noktada psikoterapinin sağladığı en büyük avantaj bunu nötr bir yapı üzerinden sağlayabilecek sistemlerin sağlanması ve kişiye o olanakların verilmesidir.

 

 

Dr. Meral AYDIN

Masterson Enstitüsü Türkiye Başkanı